Kolej’den Kızılay’a çıkan sokaklardan birinde alacakaranlıkta yürürken birdenbire karşılaştığım bir ışık ve ardından gelen birkaç cümle dikkatimi çekti. Cümleler, yanı başımda gururla bağıran birine aitti:
“Çamaşır tozu buldum. Bilgisayar, telefon daha neler neler buldum.”
Bunu söylerken içten bir gülüşle, sanki mutluluğun kavanozunun dibini sıyırıyormuş gibi bir hali vardı. Başındaki ışık, aradığı şeyleri değil, aramadan bulduğu şeyleri aydınlatıyor gibiydi. Bu an, hepimizin zaman zaman karşılaştığı küçücük anlardan biriydi. Ancak bu küçük anların bizde bıraktığı yankılar tamamen bize özgüdür. Bu anın bende yarattığı yansıma ise birçok farklı düşünceye kapı araladı.
Mutluluğu Nerede Arıyoruz?
Düşüncelerim beni önce eril ve dişil enerjiye, ardından çakralarımızı açma, karmamızı temizleme gibi kavramlara götürdü. Modern yaşamın getirdiği pek çok garip kavram ve uygulama, hep yukarıya doğru bir yükselme arzusunu besliyor. Ancak bir noktada şunu düşündüm: Gerçekten bu kadar çok şeye inanmak, bu kadar fazla şeyi bilmek mi gerekiyor tam ve bütün olabilmek için?
Bu sorunun yanıtı, bana göre, hayır. Bazen, hayatımıza basitçe ışık tutan, tıpkı o kişinin kafasında parlayan lamba gibi, küçük ama anlamlı şeyler yeterlidir. Bazen aramadığımız şeylerin aydınlanmasına olanak tanıyan bu türden bir “ışık” bile, içimizde çok şey barındırabilir. Mutluluğu aradığımız yerler neden bu kadar karmaşık hale geldi?
Temelsiz Kavramlarda Kaybolmak
Mutluluğu, içi boş ve temelsiz kavramlarda aramaya ne zaman başladık? Cüzdanlarımızdaki para veya banka hesaplarımızdaki rakamlarla mutluluğumuzu ölçmeye ne zaman başladık? Anın kıymetini bilmek, her seferinde özel nefes tekniklerine, meditasyonlara ya da spiritüel yolculuklara başvurmadan da mümkün değil mi?
Bazen yalnızca farkında olmak, yürüdüğümüz yolda gördüğümüz basit bir olay bile bize mutlu olmayı hatırlatabilir. Ancak çoğu zaman bu anlar, dikkatimizden kaçıyor. Hayatın yoğun temposu içinde, o anları yaşarken fark etmiyoruz. Peki ya çocuklarımız? Onlar ne yaşıyor, bu küçük anları nasıl algılıyorlar? Anların önemini onlara nasıl anlatıyoruz ya da gösteriyoruz?
Farkındalık ve Basit Mutluluklar
Çamaşır tozu bulduğu için mutlu olan kişi, beni kendime sormaya itti: Ne fazlamız var? Ya da daha doğrusu, gerçekten bir fazlalığımız var mı? Eksiklikler değil, sanki fazlalıklar bizi mutsuzluğa sürüklüyor. Sürekli daha fazla bilgi edinme, daha fazla deneyim yaşama çabası içindeyiz. Ama bu çaba bizi gerçekten huzurlu ve mutlu yapıyor mu?
Çok sevdiğim bir kitap olan Göğü Delen Adam’da belleğimde kalan bir nokta özellikle dikkatimi çeker: İnsanlar çok şey biliyorlar ama mutlu olamıyorlar. Bu cümle, aslında modern dünyanın çelişkisini çok iyi özetliyor. Bilgi arttıkça huzursuzluk ve tatminsizlik de artıyor. Neden? Çünkü o bilginin altında, daha fazla bilmenin getirdiği sorumluluklar ve beklentiler yatıyor. Peki, gerçekten mutlu olabilmek için ne kadar bilmemiz gerekiyor?
İçsel Yolculuk: Öze Dönüş
Evet, öğrenelim, bilelim, araştıralım. Ancak bu süreçte kendimize, içimize de dönmeyi unutmayalım. Dış dünyayı keşfederken, içsel dünyamızda bulduğumuz şeyleri tanımak ve onlarla barışmak en az dışarıdaki keşifler kadar önemli. İçsel yolculuklar, bizi mutluluğa ve huzura götüren asıl yoldur.
İçimize dönmek demek, sürekli meditasyon yapmak ya da spiritüel ritüellere başvurmak anlamına gelmez. Asıl mesele, basit bir anın içinde bile mutlu olabilmeyi öğrenmek. Gözlerimizi kapatıp derin bir nefes almak, anda kalabilmek ve o anın getirdiklerini fark edebilmek... İşte bu, gerçekten önemli olan bir şeydir.